Hıdrellez “Hızır ve İlyas her gece buluşmaz”

Yılın bazı günleri vardır asla takvimden ibaret olmayan diğer günler gibi olmayan günler. Doğum günlerin mesela, her türlü yıl dönümleri sana dair, sadece seni ilgilendiren günler gibi bir de yılbaşı, bayramlar, dini günler, kandil, Paskalya ya da Hıdrellez gibi özel günler vardır hepimize dair. Nasıl ki tarihlerin değişmesine tanıklık ettiğimiz için, yeni başlangıçlar yapmak için tam da vaktidir diye yılbaşı özeldir. Doğanın yeniden doğuşuna tanıklık ettiğimiz için özeldir Hıdırellez. Sadece bir gelenek değil, aynı zamanda tescilli çok kültürlü bir mirastır.  Türkiye ve Makedonya’nın ortak başvurusuyla gerçekleşen bir tescille 2017 yılında UNESCO tarafından Somut Olmayan Kültürel Miras listesine alınmıştır Hıdırellez.

Temelde halkların ortak mirası olan Hıdırellez baharın gelişiyle birlikte doğanın uyanışını ve bereketi kutlayan köklü bir gelenektir ve hemen her kültür Hıdırellez’i kendi inançları, gelenekleri ve ritüelleriyle harmanlayarak yaşatır. Doğal döngüye duyulan saygı, toplumsal dayanışma ve kuşaklar arası aktarım gibi değerlerin vurgulanarak insanlığın ortak mirası olarak kabul gören Hıdrellez UNESCO belgelerinde; mevsimsel geçişleri kutlayan, toplulukları bir araya getiren, doğayla uyumlu yaşamı destekleyen kültürel uygulamalar olarak tanımlanıyor.

Çünkü her toplumun kalbinde, zamanı durduran, doğayı konuşturan, insana umudu hatırlatan efsaneler, hikayeler mitler vardır. Anadolu topraklarının en köklü ve en bilinen efsanelerden biri, her yıl 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan Hızır ile İlyas’ın mucizevi buluşması olarak yaşatıyoruz biz Hıdırellez’i.

Hızır, İslam geleneğinde ilahi bilgiyle donatılmış, Allah’ın sırlarına ermiş bir kul olarak bilinir. Kur’an’da adı geçmese de Kehf Suresi’nde Musa Peygamber’in “bilgisine sabredemeyeceği” gizemli kişi olarak anlatıldığı rivayet edilir. Hızır’a göre “görünenin ardı” vardır. Doğa onunla canlanır, bastığı yer yeşerir. Yeşilin, toprağın ve baharın sembolüdür. Halk arasında “ölümsüzlük suyunu içtiğine” ve darda kalanın yardımına yetiştiğine inanılır.  “Hızır gibi yetişmek” deriz ya, işte tam da buradan geliyor.

İlyas ise Kur’an’da adı geçen peygamberlerden biridir. Özellikle denizle, suyla ve balıkla ilişkilendirilir. Efsanelere göre o da tıpkı Hızır gibi ölümsüz kılınmıştır. İlyas denizin koruyucusudur. Hızır karada dolaşır, İlyas denizde… Ve rivayet odur ki, sadece bir gece, yılda bir kez, baharın gelişini kutlamak üzere Hızır ile İlyas’ın yeryüzünde buluşarak o gece her yıl 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece bir araya gelirler.

O gece doğa başka türlü uyanır. Suya, toprağa, ateşe yeni anlamlar yüklenir. İnsanlar da niyetlerini suya, toprağa, ateşe emanet ederek yeni anlamlar yaratmak isterler. Toprağa dilekler gömülür, ateşten atlanır, suya dert anlatılır, suya dokunulur. Gül ağaçlarına kırmızı kurdelelerle dilekler bağlanır, çünkü inanılır ki o gece Hızır ve İlyas kimin kalbinde ne murat varsa, ona kulak verirler. Bolluk, bereket, sağlık, evlilik ve iş dileklerinin ön planda olduğu Hıdırellez gecesi; inanmanın, beklemenin ve istemeyi bilmenin ritüeli yaşatılır.

Yani bizim kültürümüzde Hıdır (Hızır) ve İlyas’ın buluştuğu bu özel gece toprakla suyun, inançla doğanın, karayla denizin buluşmasıdır Hıdırellez. Bu eşsiz kesişim umut etmenin, hayal kurmanın, inanmanın, beklemenin ve istemeyi bilmenin ritüelidir.

Roman halkının tüm acılarına rağmen hayata tutunuşunu anlatan, özellikle Roman toplulukları arasında çok önemli olan Hıdrellez’in Balkanlar’daki adı “Ederlezi” Sözleri hüzünlü müziği neşeli tüm diğer balkan türküleri gibi Goran Bregović’in seslendirdiği meşhur “Ederlezi” şarkısı da Hıdırellez’in gayri resmi şarkısıdır bana göre.  Sırbistan, Bosna, Kosova, Arnavutluk, Makedonya gibi Balkan coğrafyasında ve tüm Roman toplulukları arasında Ederlezi toplumsal eşitlik, kutlama özgürlüğü ve hayatta kalma direnci ile de özdeşleştiği için müzikle, dansla ve coşkuyla kutlanır. Büyük ziyafetler kurulur, kuzu çevrilir, özellikle nehir kenarlarında eğlenceler yapılır. Özgürlük, umut, yeniden doğuş ve halk direncini barındıran bu özel günün şans getirdiğine inanılır. Genç kızlar evlilik, şans ve kısmet dilekleri tutar.

Baharın gelişi, doğanın uyanışı teması ile kutlanır Azerbaycan’da Hıdırellez. “Xıdır Nəbi” olarak bilinir. Arınmak, bolluk, bereket ve şansı çağırmak için evlerde bahar temizliği yapılır. Eski eşyalar yakılır. Suyun ve ateşin arındırıcı gücüne inanılarak suya dilek bırakılır, ateş üzerinden atlanır. Genç kızlar dileklerini açıklamadan “niyet taşı” ile niyet tutar.

İran’da ve Kürt topluluklarında Hıdırellez benzeri bahar kutlamaları Nevruz adıyla 21 Mart’ta yapılsa da bazı Kürt köylerinde Hızır inancı üzerinden Hıdırellez gecesi benzer ritüeller yapılır. Kurbanlar kesilir, dualar edilir, halk oyunları oynanır. O gece Hızır’ın bolluk bereket getirdiğine inanılır. Nevruz, Farsça kökenli bir kelime olup “yeni gün” anlamına gelir (nev = yeni, ruz = gün).

Her yıl 21 Mart’ta, gece ve gündüzün eşit olduğu ilkbahar ekinoksu zamanında kutlanan Nevruz sadece mevsimsel bir geçiş değil, aynı zamanda mücadelenin, yeniden doğuşun, uyanışın ve umudun simgesi olarak Azerbaycan, Hindistan, İran, Kırgızistan, Pakistan, Türkiye, Özbekistan’ın yani çok uluslu yapılan bir başvuru ile 2009 yılında UNESCO tarafından “İnsanlığın Somut Olmayan Kültürel Mirası Temsili Listesi’ne Nevruz Bayramı olarak alınmıştır.

Hem doğanın döngüsünü hem de toplumsal belleklere dayanan, toplumların kimlik ve diriliş öykülerini barındıran Nevruz kültürlerin belleğinde farklı farklı anlatılara sahip. Mesela Türk mitolojisinde, Ergenekon’dan çıkışı simgeler. Baskı altında kalan halkın dağları eriterek özgürlüğe kavuşmasıyla özdeşleştirilir. İran kültüründe, Zerdüşt geleneğinden gelir. Güneşin karanlığı yenmesi, iyiliğin kötülüğe üstün gelmesi ana teması ile kutlanır. Kürt halk anlatılarında, zalim Dehak’ın devrilip halkın özgürlüğüne kavuştuğu gün olarak anılır.

Bu yönleriyle Nevruz, sadece baharı değil, yeni bir çağın, zulmün bitişinin ve aydınlığın gelişi olarak sembolleşir. Nevruz, umudun zaferini, direnişi, yeniden başlama gücünü taşır.

Arap Kültüründe Suriye ve Irak Türkmenlerinde ise Hıdırellez “Hızır Günü” olarak kutlanır. Hızır’ın ziyaret edeceği düşüncesiyle evler özel olarak temizlenir, arındırılır hazırlanır. Yiyecekler kapı önüne bırakılır. O gece Hızır’ın uğrayıp şifa ve bereket getirdiğine inanılır. Dilekler suya bırakılır ya da gizli bir yere gömülür.

İlkbahar ekinoksundan sonraki ilk dolunaydan sonraki ilk pazar günü Paskalya Bayramı olarak kutlansa da hikayesi farklı olsa da Yahudi geleneğinde “Eliyahu”, Hristiyanlıkta “Elijah”, İslam’da ise “İlyas” olarak bilinen ve her üç dinde de ortak temalarla karşımıza çıkan bu hikayeleri anlatanlar farklı olsa da anlatılan hikâye değişmez. Yahudi kültüründe Elijah’ın baharda ortaya çıktığına ve mucizeler gerçekleştirdiğine inanılır. Bu gelenek özellikle İzmir ve İstanbul’daki Sefaradlar arasında görülür. Paskalya gecesi sofrada Elijah için bir kadeh şarap bırakılır.

İnsanoğlunun, doğayı gözlemleyerek yaşamayı öğrendiği anlatan her bahar geldiğinde, yeniden başlamanın, umut etmenin ve istemenin yollarını öğreten, dünyanın dört bir yanında, farklı isimlerle, ama benzer duygularla kutlanan bahar bayramları, Adına Ederlezi, Nevruz, Hıdırellez, Paskalya denmesi neyi değiştirir ki? Hepsi bize umut etmekten hayal kurmaktan vazgeçme der. Nevruz’un kıvılcımıyla Hıdırellez’in duası, Paskalya’nın mumuyla aynı yere çıkar: insanın arayışına. Kimi bunu “baharın gelişi” diye anlatır, kimi “yeniden doğmak” niyet etmeyi ve istemeyi gerektirir. Doğa canlanırken, biz de umutlarımızı yeşertiriz. Dilek, sadece bir söz değil, bir niyettir. Niyet ise eyleme dönüşmeden önceki sessiz duasıdır.

Nevruz’un ateşinden Hıdırellez’in gül ağacına, Paskalya’nın mum ışığına kadar… Baharın gelişi yalnızca mevsimsel değil, insanın içsel yenilenme çağrısıdır, hayata yeniden niyet etmektir.

Sadece dilemekle kalmaz, dilerken isteriz. İşte tam burada, istemeyi bilmenin inceliği devreye girer. Nevruz’da ateşin başında, Hıdırellez’de gül ağacının altında, Paskalya’da mumun etrafında toplanan insanlar aslında tarihler boyunca aynı şeyi yaptılar. İstemeyi bilmeyi öğrettiler.

Çünkü istemek, sanıldığından çok daha derin çok daha içseldir. İstemek sadece dilek tutmak değil, ona hazır olmak, onun için yer açmak, dönüşmeye hazır olmaktır. İstemeyi bilmeyi de gerektirir.

Niyet etmek, dilek dilemek masumdur diye öğrettiler bize istemek zayıflıktır, kötüdür dediler. İstemeyi bir türlü öğrenmedik. Günümüz insanın içinde “İhtiyacımı belli edersem diğerleri bunu zayıflık olarak görürler” korkusu var. Oysa istemek, bilinçli bir yöneliştir. Bir niyetin söze, harekete, bazen de bir alışkanlığa bir ritüele dönüşmesi için istemeyi bilmek gerekir. Tam da bu yüzden “istemek” başlı başına bir eylemdir. Hıdırellez de bize çaktırmadan Hızır ve İlyas her gece buluşmaz. “Sadece hayal etme, emek ver zamanını bekle” der.

Modern hayatın karmaşasında anlık değişen ruh halleriyle çoğu zaman ne istediğimizi bile unutuyoruz. Mücadeleden, inanmaktan, umut etmekten hayal kurmaktan vazgeçme diyen Hıdırellez gibi kadim ritüeller ise bize bir durak, bir ayna sunuyor. Bir an durup kendine “Ben ne istiyorum gerçekten?” diye sormak gerekiyor. Bu soruya vereceğin içten, kalpten bir yanıt, belki de hayatını değiştirecek. İstemeyi bilmek neyi istediğin kadar önemlidir. Çünkü her dilek, önce bir hazırlık ister. Ne istediğini bilen insanın bakışı değişir, sözleri derinleşir, yolu netleşir.

İstemeyi bir zayıflık sanıyoruz ya bence gerçekte, istemek cesarettir. Çünkü kalbinin tam ortasında bir şey istemek, onu kaybetme riskini de göze alabilmektir. Hayat bazen bütün telaşıyla üzerimizden geçerken, bizler bazen tam olarak ne istediğimizi unutuyoruz. Bazen bir şeyleri ister gibi yapıyor, ama içten içe hazır olmadığımızı biliyoruz. Oysa istemek, bir arzudan çok daha fazlasıdır. Hazır olmaktır. Yer açmaktır. Sabretmektir.

Bence Hızır ve İlyas her bahar insanlığa usulca fısıldar.  “İstemek bazen de vazgeçmekten geçer: Seni durduran konforundan, alışkanlıklarından eski isteklerinden vazgeçmeden, yenisi için yol açamazsın.”

İstemeyi bir zayıflık sanıyoruz ya bence gerçekte, istemek cesarettir. Çünkü kalbinin tam ortasında bir şey istemek, onu kaybetme riskini de göze alabilmektir.

You may also like...