Erkeklerden kadınlara vaaz! Cuma Hutbesi “Hayâ: Allah’ın Emri, Fıtratın Gereği”

T.C. Cumhurbaşkanlığı Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nün tüm camilerde verdiği “Hayâ: Allah’ın Emri, Fıtratın Gereği” başlıklı Cuma Hutbesi’nde ifade edilenleri defalarca okudum.

Özetle ne deniliyor ? Kadınlara örtünün diyor, dar giyinmeyin, dövme yaptırmayın estetikten kaçının diyor. Mahremiyet ve edep konusunu günah sevap ilişkisi içerisinde ela alıyor. Ben ise sadece bu hutbeyi değil diğer hutbelerin de ana temasını da merak edip okudum. Konu başlıkları ile hutbeler şu şekilde ilerlemiş…

  • 1 Ağustos 2025: “Hayâ: Allah’ın Emri, Fıtratın Gereği”
  • 25 Temmuz 2025: “Gazze, İnsanlığın Onur Sınavı”
  • 18 Temmuz 2025: “Suyumuzu İsraf Etmeyelim”
  • 11 Temmuz 2025: “Sahih Dini Bilginin Önemi”
  • 4 Temmuz 2025: “Geçmişe İbretle, Geleceğe Ferasetle Bakalım”
  • 27 Haziran 2025: “Kamu Hakkı Dokunulmazdır”

Devletin anayasal kurumlarından olan Diyanet’in bu haftaki hutbesinde hocalar “Çıplaklığı özendiren moda”, “fıtratı bozan estetik”, “Allah’ın rahmetinden mahrum bırakan dövme” gibi ifadelerle kadın bedeni üzerinden ahlak vaazı verdi. “Uygunsuz kıyafetlerle toplumsal alanlarda, hele hele kurumsal özelliği olan mekânlarda bulunmak asgari ahlak kurallarına bile meydan okumaktır. Bu, çağdaşlık değil, ilkelliktir. Ahlak ve edep ölçülerinin çiğnenmesine sessiz kalan herkes büyük bir vebal altındadır.” Diye bitirilen bu hutbede bahsedilen çağdaşlık ve ilkellik kavramlarını ele alan bir yazı kaleme alacaktım. Çok merak edip “Kamu Hakkı Dokunulmazdır” hutbesini okudum ve düşüncelerim savruldu.

Diyanet’in bu “Kamu Hakkı Dokunulmazdır” hutbesi, klasik dini mesajların ötesine geçerek, zimmete geçirme, kamu araçlarını şahsi kullanma, torpil, rüşvet, yalan belge düzenleme, sosyal yardım suiistimalleri, vergi kaçırma, kamu hizmeti yavaşlatma gibi pek çok örnek ile toplumda kamu kaynaklarının korunması ve ahlaki sorumluluk bilinci oluşturmak açısından dikkat çekici mesajlar taşıyor.

Özellikle klasik medyanın her gün bir başka CHP’li Belediye’ye karşı yürütülen rüşvet ve yolsuzluk operasyonlarını anlatmaya tartışmaya doyamadığı bir dönemde sokaklarda milyonların korkmadan “Hak Hukuk Adalet” diye inlerken, camilerden hocaların da yolsuzluk, rüşvet, torpil gibi sorunlara karşı dini referanslarla cemaati uyarmaya çalışması çok da anlamlı planlı bir çıkış.

Kafalar karışık ve bazı kavramlar birbirine girmiş durumda.

ÖNCELİKLE LAİKLİK ÜZERİNE

MEB Yayınlarında “Laiklik” şu ifadelerle tanımlanıyor. “Devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime dayandırılmasıdır.” Görülüyor ki, Atatürk bilgisiz ve çıkarcı kimselerin milleti din adına sömürmesine karşıdır. O, devlete, hukuka ve bilime can verecek kuralların akla, mantığa uygun olmasını istemektedir.

Laiklik devletin temeli olunca, akla dayanan uygulamalarla millet zaman yitirmeden çalışma ve kalkınma imkânı bulur. Devlet vatandaşın inancına karışamaz; daha Önce de belirtildiği gibi inançlar çeşitlidir. Herkesi bir doğrultuda inanca zorlamak olmaz. Bu her şeyden önce demokrasiye aykırıdır. Demokrasi, bir özgürlük rejimidir. Bu sebeple demokrasilerde devletin tek bir dini vatandaşlara benimsetmeye çalışması düşünülemez. Bu davranış demokrasi kavramına uymaz. Hem Kur’an “dinde zorlama yoktur” diyor. Bundan başka Kur’an ve Hazreti Muhammed devlet yönetiminde akla dayanılmasını isteyen pek çok buyruklar vermiştir.

Demek ki, laiklik vatandaş inancının en sağlam güvencesi oluyor. İnanç özgürlüğü devletçe sağlanıyor. Herkes inancında ve ibadetinde serbesttir. Laikliği, resmi politikası dinsizlik olan rejimlerden kesinlikle ayrı tutmak gerekir. O tür rejimlerde devlet dine karşıdır. Vatandaşın dinsiz olarak yetişmesi için gereken her türlü tedbiri alır. Atatürkçü laiklikte ise, devlet işlerine karıştırılmaması koşulu ile tam bir din ve inanç özgürlüğü vardır.

Türk Devleti aynı zamanda nüfusumuzun yüzde doksan beşinden fazlasının inanç sahibi Müslüman olduğu gerçeğini de görmüştür. Müslümanların inanç ve ibadet hizmetlerini devlet yüklenmiştir. Din eğitim ve öğretimi yapan kurumlar açılmış, buralarda Atatürkçü, aydın, akılcı, laik din adamları yetiştirmeye hız verilmiştir. Hiçbir dönemde Anadolu’da Cumhuriyet dönemindeki kadar cami yapılmamıştır.”  Tamamını okumak isteyenler için ilgili linki de buraya bırakıyorum. ( https://www.meb.gov.tr/ataturk/Ilkeleri/Laiklik )

ANAYASA’NIN İLK DÖRT MADDESİ NEDİR?

  1. Devletin şekli

MADDE 1- Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir.

  1. Cumhuriyetin nitelikleri

MADDE 2- Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir.

III. Devletin bütünlüğü, resmî dili, bayrağı, millî marşı ve başkenti

MADDE 3- Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir.

Bayrağı, şekli kanununda belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır.

Millî marşı “İstiklal Marşı”dır.

Başkenti Ankara’dır.

  1. Değiştirilemeyecek hükümler

MADDE 4- Anayasanın 1 inci maddesindeki Devletin şeklinin Cumhuriyet olduğu hakkındaki hüküm ile, 2’nci maddesindeki Cumhuriyetin nitelikleri ve 3’üncü maddesi hükümleri değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez.

Anayasanın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez maddeleri arasında yer alan laiklik ilkesi, 1924 Anayasası’na 5 Şubat 1937 tarihinde yapılan değişiklikle; 2. maddeye devletin nitelikleri olarak “Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır” biçiminde girmiştir.

Daha sonra 1961 Anayasası’nda ve son olarak 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde laiklik ilkesi Cumhuriyetimizin nitelikleri arasına “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzur, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir” şeklinde yer almıştır.

Anayasamızın 4. maddesinde yer alan değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez temel nitelikleri arasında sayılan laiklik ilkesine göre MEB ‘in de ifade ettiği gibi “Atatürkçü laiklikte, devlet işlerine karıştırılmaması koşulu ile tam bir din ve inanç özgürlüğü var din işleri ve devlet işleri birbirinden ayrılmıştır. “ Bu ilgili metnin nasıl devam ettiğini de hatırlayınız.

Hatırlatayım “Türk Devleti aynı zamanda nüfusumuzun yüzde doksan beşinden fazlasının inanç sahibi Müslüman olduğu gerçeğini de görmüştür. Müslümanların inanç ve ibadet hizmetlerini devlet yüklenmiştir. Din eğitim ve öğretimi yapan kurumlar açılmış, buralarda Atatürkçü, aydın, akılcı, laik din adamları yetiştirmeye hız verilmiştir.”

İşte bugün camilerde vaaz veren hocalarımızın okuduğu Cuma hutbesi ki diyanetin resmî sitesine girdiğimizde karşımıza Arapça ve Türkçe dil seçenekleri çıkıyor hatta eğer teknik olarak sitenin konumunuza erişimine izin vermiyorsanız varsayılan dil Arapça olduğu için ben Cuma Hutbesini Türkçe seçip okumak için mobil tarayıcıdan giriş yaptım bu da aklınızda bulunsun. Cuma hutbesinde ifade edilenler ile MEB’in laiklik tanımı ile örtüşmektedir. Hiçbir tutarsızlık yoktur.

Şimdi bana “ Ne yani kadınların ne giyeceğinden, vücutlarına ne yaptıracaklarına hatta nasıl doğuracaklarına kadar her şeyi bir kamu kurumu belirliyor. Dinî değil, ahlaki değil, anayasal olarak da tarafsızlığı yok eden sakıncalı bir söylemi mi savunuyorsun? Çünkü Diyanet, tarafsız olması gereken bir devlet kurumu ve bu hutbe ile taraflı bir dille kadınların yaşam tarzına, görünüşüne, varoluşuna doğrudan müdahale etmiş olmuyor mu? Diye sorarsanız da cevabım evet. Evet açık açık müdahale etmiş oluyor.

Hatta şunu da hatırlatmak isterim ki çok molalara karşı her fırsatta isyan eden kadınların çığlıkları ile sık sık gündeme gelen İran da aslında bizim gibi Cumhuriyet ile yönetiliyor ama işte laik değil. İran, resmî olarak başkanlık sistemine sahip üniter bir İslam cumhuriyeti olarak yönetilmektedir. Hatta size çok daha ilginç bir bilgi vereyim. İran Anayasası’nın 20’nci maddesi ne diyor? “ Milletin her ferdi kadın veya erkek olsun kanun ko­ruması açısından eşit durumdadırlar ve bütün insani, siyasi iktisadi, içtimai ve kültürel haklardan, İslami ölçü­lere uyularak yararlanırlar.”

İran İslam Cumhuriyeti’ne göre de kadın ve erkek bütün vatandaşlar “eşit” haklara sahiptir ama bu eşitliği belirleyen durum “dini kriterlerin çizdiği ölçü”dür.

Mesela İran’da en yüksek otorite kabul edilen molla rejimi kadınların devlet başkanı, hâkim, savcı gibi önemli makamlara gelmesini dini kriterlerin çizdiği ölçüde kadınların “karar verici” statüsünde olmasını kabul edilemez olduğu için yasaklamış.

İlköğretim ve lise eğitimi İran’da “haremlik-selamlık”, yani kız-erkek ayrı şekilde oluyor. Dokuz yaşındaki okula giden kızların başlarını örtme zorunluluğu var. Üniversitelerde her ne kadar karma eğitim olsa da bazı üniversitelerin bölümlerinde halen kız öğrencilerin kayıtları kabul edilmiyor, yalnızca erkek öğrenciler üniversitelere alınıyor. Sosyal yaşam noktasında ise gençlerin içki içip eğlenebilecekleri kafe veya barlar yok, zira içkili mekânlar da “molla rejimi” tarafından yasaklı.

İran’da erkekler yasal olarak dört kadınla evlenebilirken, kadının mahkemeye gidip kocası başkası ile evlendiği için ya da farklı bir sebeple boşanmaya hakkı yok.  Kadınların değil futbol maçlarına gitmesi, stadyumlara girmesi bile yasak.

Ben yazarken daraldım ama maalesef ama mesela İran’da kadınlar başlarını kapatmak ve bol, uzun kıyafetler giyerek bedenlerinin hiçbir yerinin görünmemesini sağlamak zorunda değilse sokaklarda devriye gezen Ahlak Polisi tarafından denetlenir hatta cezalandırılır. Yani İran’da kadınlar devletin kıyafet talimatına uymadığı için yerlerde sürüklenerek gözaltına alınır; hatta gözaltında işkencede hayatını kaybeden 22 yaşındaki zavallı Mahsa Amini gibi acımasızca öldürülür.

İran’da kadına karşı tüm dayatmanın arkasında kanunlar var, Türkiye’de ise hutbeler vasıtası ile kadına karşı yeni bir biçimlendirme, gerçek bir tarif var. Evet onlarda zorunluluk bizde tavsiye düzeyinde.
İran da bir cumhuriyet, Türkiye de öyle.
İran’da da seçimler var, Türkiye’de de.
İran’da da her Cuma camileri dolduranlar sağlık, mutluluk, para, huzur, iş, aş ve de aşk için dualar ediyor, Türkiye’de de…
İran’da başörtüsü zorunlu, Türkiye’de başörtüsü serbest. İran’da kadınlar başını açtığı için gözaltına alınıyor, dövülüyor hatta öldürülüyor. Türkiye’de ise kadınların kıyafet seçimlerinde şimdilik özgür. Şimdilik örtünmeyen kadınlar için diyanet hutbelerinde hocalar kürsüden “edep dışı”, “haram”, “şeytanın oyuncağı” gibi aşağılayıcı ayıplayıcı ifadeler kullanıyor belki farklı dozlarda ama doğrudan ya da dolaylı biçimde hedef hep kadınlar.

Devletin sağladığı kamu hizmetleri sadakaya dönüşürse…

Din devletleşirse…

Eğitim ideolojikleşirse…

Hukuk tarafsızlığını yitirirse…

Kadının bedeni denetlenirse…

Gençlik susturulursa…

Sanat yasaklanırsa…

Üretim kutsallıkla ölçülürse…

Vatandaş sokakta hak hukuk adalet diye bağırırken camide hocalar kadınlar örtünsün, dar şeyler giymesinler dövme ve estetik yaptırmasınlar diye vaaz verir hatta neden makyaj yapmasınlar dememişler bu hutbede çok şaşırdım. Makyajlı ve makyajsız hali ile nitelikli dolandırıcılık kapsamında suç işleyen kadınlar var. Şakası bir yana adım adım laiklikten nasıl uzaklaşılır? İşte böyle tutarlı ve organize mesafe konulur.

Laik bir toplumunun göstergesi sadece da hukuk değildir. Sosyal hayat yani kültürle de oluşan organik bağışıklıktır laiklik. Türkiye’de bu bağışıklık çoktan kırıldığı için maalesef diyanet hutbesinde erkeklere kadınlar hakkında söylenenleri eleştirdiğinizde dinsiz edepsiz iffetsiz olmakla ahlaksızlığı savunmakla suçlanırsınız.

Oysa hepsinin tüm sorunların temelindeki en gerçek sebep “Ekonomik”  Ekonomiyi konuşmadan hiçbir ahlakı tartışamayız. İyi ya da kötü tüm toplumsal dönüşümler sadece “dinî”, “kültürel” ya da “siyasi” değil; tam anlamıyla ekonomik bir zeminde ancak kendini var edebilir.

Bugün “ahlaki çöküş, ya da toplumsal çürüme” diye tartışılan her durum doğrudan kapitalist sömürü düzenin eseri. Bu durumlar için atalarımız özetle “Yokluk mertliği bozar” demişler vaktiyle. Paranın kutsal, emeğin değersiz, adaletin satılık, liyakatin imkânsız, haksızın güçlü olmasıyla başlıyor yozlaşma ya da toplumsal çürüme.

Kadın cinayetlerinin çoğu, kadınların maddi manevi çaresizliği ile doğrudan ilgilidir. Kadının ekonomik bağımsızlık kazanması ya da güçlenmesi ile başlıyor şiddet. Kadın çalışmak istedikçe, boşanmak istedikçe öldürülüyor. Çünkü kadınların özgürlüğü erkeğin iktidarını tehdit ediyor.

Şayet günün birinde bizim de halimiz İran kadınları gibi olacaksak bu sadece dini baskılarla değil; yoksullukla, çürümüş ekonomiyle, sınıfsal adaletsizlikle mümkün olacak.

İran’da muhalefet neredeyse yok. Türkiye’de ise hala var ama muhalif tüm kimlikler ağır baskı altında. Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor, gazeteciler yargılanıyor, muhalif kabul edilen tüm kimlikler kriminalize ediliyor.

Pek çok konuda olduğu gibi ahlakı da tekelleştiren her yönetim modellerinde düzen, kendi krizini halkın bedenine, kimliğine, mahallesine yıkarak ayakta duruyor.

İnsanlığın ortak değeri adalet, merhamet ve ahlaktır.  İnsanlar, kendileri için merhamet isterken başkaları için ise adalet isterler. Adalet her zaman merhameti getirir. Adaletli olursak haksızlığa uğrayan insanlara karşı merhametli de olmuş sayılabiliriz. Ama çoğu zaman merhamet adaleti getirmez hatta suç işleyen birine merhamet etmek kimi zaman tekrar aynı suçu işlemesine yol açabilir. Bu yüzden insanlar kendilerine merhamet edilsin başkasında da adalet sağlansın ister. Suçsuzlar adalet, suçlular merhamet ister.

Emek hakkı tanınmadan kürsüden dağıtılan ahlak da hiç sahici değil zaten. Laiklik olmadan özgürlük olmaz. Ekonomi düzelmeden de adalet kurulmaz.

Toplumsal çöküşü ve çürümeyi durdurmak istiyorsak, ayet, öğüt değil adalet, yasak değil eşitlik, sabır değil çözüm, ahlak merhamet ya da mahremiyet değil çatır çatır gerçekleri konuşmalıyız.

Hayat pahalılığı, yoksulluk, güvencesiz bir gelecek, maruz kalınan her türlü şiddet ve her gün başka bir adalet arayışıyla mücadele etmek için kolektif bir direnç geliştirmek bağışıklığımızı güçlendirmek İran kadınları gibi özgürlük mücadelesi vermemek laikliğin sağladığı anayasal haklarımızı korumak için; gayet merkezi ve bilinçli bir biçimde örgütlü ve de çok acımasız bir egemen sınıfın temsilcileri olarak her küsüden vaaz verenler karşısında ırkçılığa, cinsiyetçiliğe, milliyetçiliğe, göçmen düşmanlığına, tür ayırımcılığına hiçbir egemen fikre taviz vermeden demokratik bir şekilde örgütlenmeliyiz ve şunu demeliyiz.

İran’da’da karanlık fetvalar değil, kadınlar kazanacak!

Umut Kaşan – Didim ( 02.08.2025)

 

You may also like...